Bin / Binmek

En arketipinden. Bin sayısı ve binmek fiili aynı kökten türerler. Kaşgarlı Mahmud bu sayıyı miŋ varyantıyla aktarır. Buradaki m sesi b’nin varyantıdır: “Miŋ: Bin sayısı. Şu atasözünde de geçer, birin birin miŋ bolūr, tama tama köl bolūr: Birer birer bin olur, damlaya damlaya göl olur. Bu atasözü, birine, az olsa bile bir şeyi kabulden çekinmemesini öğütlemek için kullanılır.” [el-Kaşgarî: 2007: 344].

Ayrıca “bindi” fiili Kaşgarlı Mahmud’da şu şekilde yer alır: “Mündi (er āt mündi: Adam ata [başka bir şey de olabilir] bindi (at sürdü). münēr, münmēk.)” [el-Kaşgarî: 2007: 346; ayrıca aynı kökten türeyen diğer kelimeler için bkz.: “Mündürdi (bindirdi)”, “Müŋeşdi (birlikte at binmek anlamında, F.A.)”, “Münüldi (binildi)”, “Müŋeşdi (Binişti)”, el-Kaşgarî: 2007: 347].

Bugün birine tekme atmak, vurmak anlamında kullandığımız bindirmek fiilinin bir türevine Kaşgarlı Mahmud’da da rastlarız: “Möŋdi (at möŋdi: At ayaklarını toparladı ve tekme attı. möŋēr, möŋmēk.” [el-Kaşgarî: 2007: 345]. Alamut-Bozdoğan/Aydın’da kaydedilmiş “Bünlemek (Çifte atmak)” [DS: II: 1965: 824] sözcüğü ile Kaşgarlı Mahmud’un aktardığı “Möŋdi, möŋēr, möŋmēk” sözcükleri aynı kökten türeme.

Bu anlamları “bindirmek” fiilinin güncel kullanımında da görüyoruz: “Bir kimseyi bir şeyin üzerine çıkartmak, oturtmak veya içine yerleştirmek, binmesini sağlamak… Taşıt, ön tarafından başka bir taşıta çarpmak veya bir yere vurmak… Eklemek, katmak…”[TDK, GTS, “Bindirmek” maddesi, https://sozluk.gov.tr/%5D.

Aynı şekilde bu anlamlar “binmek” fiilinde de korunuyor: “Yüksek bir şeyin veya bir hayvanın üstüne çıkıp ayaklarını sallandırarak oturmak… Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil vb. bir taşıtta yer almak… Bisiklet, motosiklet, binek hayvanı kullanmak… İş istenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak… Bir şey sıkışarak yanındakinin üstüne çıkmak… Fiyat artmak… Eklenmek, katılmak…”[BTS, “Binmek” maddesi].

Binmek, inmek fiilinin de bağlandığı “in” kökünden b- izafiyet değingesi ile türetilmiştir. Binmek kelimesini ün (yükselmek, bitkinin topraktan yükselerek çıkması) köküne de bağlayabiliriz gibi görünüyor. Yine bin sayısı ile on sayısı arasında kökte ses-anlam ilişkisi bulunmakta. Onmak fiilinde de böyle bir semantik ilişki var. Ban (yüksek ses) ile ün (ses vermek) arasında ilişki kurabileceğimiz gibi. Pınar kelimesinin de geldiği bın gövdesinde de suyun kaynayarak yükselmesine atıfla aynı ilişkiyi görebiliriz. Konmak ile inmek ve hatta binmek arasındaki semantik bağlantıyı yadsıyamayız vs. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Bütün bu yapılar ne anlama geliyor? Bu kelimeleri ortak bir kökte mi toplamalıyız?

Ağ’ın varyantlarıyla birlikte ağışı/akışı anlattığını biliyoruz. Ortak bir kök varsayılacaksa, bu kelimeleri ağ arketipinde toplamak gerekir. Kökte gördüğümüz -n sesi ve varyantları ise kendiliği ifade ediyor. Örneğin konmak, bir canlının, mesela kuşun, bir ağacın dalına inmesini, konmasını, yerleşmesini, yani konumlanmasını anlatıyor. Burada salt akış yoktur; varlığın kipliği olarak konumlanma, yerleşme söz konusudur. Diğer bir ifadeyle artık akış diyemeyeceğimiz bir konum-konumlanmadan veya en azından akışın daraltılmış bir biçiminden bahsedebiliriz. İn (mağara) ve mağaraya inmek’teki gibi. Dolayısıyla kökteki ğ’nin yerini terk ederek bıraktığı n sesi artık yeni bir kök olmuştur.

Binmek fiili ilk bakışta salt yükselmek anlamını çağrıştırıyorsa da burada bir şeyin üzerine çıkarak oturmak-inmek anlamı belirleyicidir. Aynı ilişkiyi minder kelimesinde de görebiliriz.

Görülüyor ki insan bulunduğu yeri yadırgadığından olsa gerek kendisini ve şeyleri konumlandırmakla meşgul olmuş, bu arayış kurduğu dile de yansımıştır.

Bin sayısına dönersek, bin bize katlanarak artan bir sayıyı söylüyor. Bin bu anlamda on sayısının tamamlanmışlığına da yaslanarak, üst üste bindirilmiş, eklenerek katlanmış bir sayıyı veriyor. Ayni ekonomide bin özellikle gümüş, altın gibi kıymetli madenlerden yapılan paraların kullanıldığı düşünülürse kolayca kazanılamayacak servet değerinde bir parayı (örneğin bin altın) söyler bize. Ancak binmek servetin artışını ya da başka bir şeyin niteliksel artışını anlatırken inmek bunun düşmesini ifade eder. Aradaki fark b- izafiyetinden kaynaklanır.

Bilmek

El arketipinden. Bilmek fiili ile el arketipinin tüm sesletimleri ve bu köklerden ilk elden çıkan fiillerle arasında ses-anlam ilişkisi kurulabilir. İlmek, almak, elemek, ulamak, üleştirmek, olmak, ölmek. Yine bu köklerden değinge ile türeyen fiillerle ilişkisini kurmak da mümkündür: Dil, dal, del, dol, bul, böl… Bilgiyi alırız, bilgiyi böleriz (tasnif ederiz), bilgiyi dileriz, dile getiririz, bilgiye dalarız, aradığımız bilgiyi bir kitabın sayfasında buluruz. Bilmek olmaktır da. Ölüm meçhul bir bilgidir. Bilmek dilin ve hayatın merkezindedir. Bu nedenle ilişkiye girmediği sözcük yoktur. Bu nedenle bilmek etimoloji de dahil olmak üzere tüm disiplinlerin özünde ve hatta üzerindedir. “Bil” gövdesi Türkçenin işlek gövdelerindendir. [“Bil” gövdesinden türeyen birtakım sözcükler için bkz.: “bildi (bidi), bilir, bilmek”, “bildüzdi (bilgilendirdi) bildüzür, bidüzmēk – Oğuz lehçesi”, “bilge (bilge, bilgili, zeki)”, “bilgelendi (akıllanmış göründü)”, “bilgetti/bilgētḏi (zekileşti)”, “bilig (bilgi (ilm), bilgelik, (hikmet), akıl)”, “biliglig (bilgili, zeki, bilge kişi)”, “biligsēdi (bilgeliğe sahip olmayı istemek)”, “bilinçek (tanımak)”, “bilindi (işini bildi)”, “biliş (bilgi, malumat)”, “bilişdi (tanıştı)”, “bilsikti (bilinir oldu)”, “biltürdi (bilgilendirdi)”, biltürür, biltürmēk”, el-Kaşgarî: 2007: 188-190].

Bilek / Bilezik

El arketipinden. İl (iliştirmek) kökünden b- izafiyet değingesi ve –ek somutlaştırma ekiyle türetilmiştir. Bilek sözcüğünün el ile kolun ve ayakla bacağın birleştiği kısım olarak “il” kökü ile semantik ilişkisi ortadır. Bilezik sözcüğü de aynı kökten türetilmiştir. [Bkz.: “Bilek”, “Bileklig” ve “Bilēzüklendi (eşlēr bilēzüklendi: Kadın bilezük taktı. bilēzüklenür, bilēzüklenmek…”), el-Kaşgarî: 2007: 188].

Bileği / Bilemek

El arketipinden. İl kökünün anlamlarından biri de “hücum etmek”tir. İldiş-iltiş (kavga etmek)”, “ilt–ilit (hücum etmek)” sözcükleri “il (hücum etmek)” kökünden türerler. [Gabaın: 1988: 274-275]. Bileği ve bilemek sözcüklerinin b izafiyet değingesi ile “il” kökünden türetildiği kanaatindeyiz. Bile(mek) fiili bize “iki şeyi birbirine sürtmek” anlamını vermektedir. Bu “diş bileme”nin “saldırmak istemek” anlamının nasıl oluştuğunu da açıklamaktadır. [“Bilēdi (ol biçēk bilēdi: O bıçağını biledi. ol tīş bilēdi: O diş biledi. bilēr, bilēmēk.)”, “Bilēgü (Bileğitaşı.)” sözcükleri için bkz.: el-Kaşgarî: 2007: 188].

Bile

El arketipinden. Kaşgarlı Mahmud’a göre sözcüğün aslı “Birle” olup, Kaşgarlı Mahmud bu sözcüğü “İle anlamına gelen bir ilgeç.” olarak tanımlar ve  “ol menig birle erdi: O benimle birlikteydi.” cümlesini örnek vererek “Hafifletme gayesiyle re (r) atılır ve bile denir.” diye ekler [el-Kaşgarî: 2007: 190]. Genel kanı da “bile”nin “birle”den evrildiği yönündedir. Uzun bir dönem “bile” ve “birle”nin yazı dilinde kullanıldığı da görülür.  [TS: I: 1988: 550-560, 599-601]. Tarama Sözlüğü’nde “bile”nin üç anlamıyla karşımıza çıkar: “1. Birlikte, beraber. 2. Dahi, de. 3. İle.” [TS: I: 1988: 550-552]. Tarama Sözlüğü’nde yer verilen “bile” kökünden türetilen diğer sözcükler, “birlikte, beraber” vb. anlamlara sahiptir. [TS: I: 1988: 550-560].  Bile, “birle”den evrilse dahi, iliştirmek fiilinin de türediği “il” kökünün anlam alanına yaslanmaktadır. İl (iliştirmek)”, “ilän (takılmak)”, “ilin – yilin (takılmak, ilişmek)”, “iliş (bağ)” sözcükleri ile aynı anlam alanında kurulmaktadır. [Gabaın: 1988: 274]. Bu nedenle “ile” bağlacının da “il” kökünün anlam alanına yaslandığı kanaatindeyiz.

Bile bile belirtecinin bil(mek) fiili ile ilgili olduğunu ekleyelim.

Biçmek / Buçuk

Uç arketipinden. Nişanyan, “biçmek” fiilini “bıç” köküne bağlar ve  “bıçak, biçem, bıçılgan, biçim, bıçkı, bıçkın, bucak, buçuk” sözcüklerinin bu kökten çıkan türevler olarak sayar. [Nişanyan, “Biçmek” maddesi]. Bucak hariç diğer sözcüklerin biçmek fiili ile aynı kökten çıktığını düşünüyoruz. Tüm bu sözcükler elbette uç arketipinden gelmektedir, ancak hem kök olarak hem de anlam alanı olarak bucak’ın ayrı tutulması gerekir. (Bkz.: “Bucak” maddesi).

Bıç/Biç “uç”la değil de “iç” köküyle daha fazla ilişkilidir. Temel anlamı Belli bir biçim vererek kesmek”tir. [BTS, “Biçmek” maddesi]. Bölmek fiilindeki gibi kaba bir kesmeyi değil de kesmektekine benzer ama daha teknik bir bölmeyi anlatır. Bu içerikle ilgili bir bölmedir. Odunu ortadan ikiye bölmekle odunu ikiye biçmek arasında böyle bir fark vardır. Biçmek fiilinin teknik bir işlemi bildirmesi, fiilin TDK’da aktarılan diğer anlamlarıyla da örtüşür: “Dikilecek kumaşı belli bir ölçüye ve modele uygun olarak makasla kesmek… Ekin, ot vb.ni orakla, tırpanla, makine ile kesmek… Yaylım ateşiyle öldürmek… Değer, paha, fiyat belirlemek. Tahmin etmek, kestirmek…” [BTS, “Biçmek” maddesi].

Demek ki içeriği, hatta görünümü de dikkate alan bir fiille karşı karşıyayız. Aynı inceliği Anadolu ağızlarında da görüyoruz: “Biçmek (Biçmek, bir konu hakkında düşünerek karar vermek) [BTS, “Biçmek” maddesi],”Biçek (Tarlalara saatle su salımı… Biçerbağlar makinesi… İyi biçmeye elverişli buğday veya arpa.), Biçelge (Biçilecek yer… Çayır.”, “Biçenek (Otlak)”, “Biçik (İki derenin birleştiği yer… Kesik, biçilmiş… Denize uzanmış kara parçası, burun… Dağlarda, tepelerde sellerin açtığı yarıntı)”, “Biçik biçik (Parça parça)”, “Biçim almak (Uygun düşmek, yakışmak)”, “Biçimine getirmek (Dengine getirmek, uygun düşürmek… Kıstırmak, yakalamak.)”, “Biçimlik (Ekin kaldırma)”… “Biçinci (Ekin kaldırma)”, “Biçinci kuşu (Ekin kaldırma zamanı görülen güzel sesli, turnaya benzeyen bir kuş (Kerkük)”, “Biçingi (Bir parça, bir damla)”, “Biçinti (Yar… Topraktaki kesik, yarık…)” [DS: II: 1965: 682-683], “Biçik (Nergiz çiçeğinin yetiştiği kaya oyuğu)” [DS: XII: Ek I: 4458].

Buçuk (“Yarım”; ayrıca Anadolu’da ölçü birimi, bkz.: BTS, “Buçuk” maddesi) sözcüğü, biçim, biçem, bıçak, bıçkı vb. sözcükler aynı kökten türerler.

Kaşgarlı Mahmud’da Bıçıg” ve “Bıçgās”ın “Ahit, sözleşme” anlamına geldiğini de kaydedelim. Bu sözcükler “söz kesmek” deyimi ile de örtüşür. “Ölçüp biçmek” deyimini ayrıca kaydedelim. [Ayrıca bkz.: “bıçal (sünnet edilmiş)”, “bıçtı (kesti)”, “bıçgıl (Eldeki ayaktaki çatlaklar. Topraktaki çatlaklar da bu şekilde adlandırılır.)”, “bıçgüç (Makas)”, “bıçıldı (kesildi)”, “bıçılgan (Çatlak. Elde, ayakta ya da toprakta olan çatlakların tümü için kullanılır.)”, “bıçındı (doğramaya niyetlendi)”, “bıçış (Düğünlerde ya da soyluların tertiplediği şölenlerde konuklara verilen işlemeli bir ipek kumaş parçası.)”, “bıçma (bıçma yorinçga: Biçilmiş yonca)”, “bıçturdı (kestirdi)”, “bıçuq (Herhangi bir şeyden kesilen bir parçaya verilen ad. Aynı zamanda bir şeyin yarısına da bıçuq denir. bıçuq yarmak: Yarım para)”, “biçek (Bıçak)”, “biçeklēdi (bıçakladı)”, “biçeklēndi (bıçak sahibi oldu)”,  el-Kaşgarî: 2007: 185-187].

Biçmek fiilinin teknik bir fiil olduğu, erken dönem metinlerinde “tarz” anlamıyla da karşılaşıldığını ekleyelim. [Bkz. Nişanyan, “Biçim” maddesi]. Buçuk ile aynı anlam düzleminde kurulan “Becet (Serçegillerden küçük bir kuş), “Becik (Paça, kasaplık hayvanların kesilmiş ayakları)”, “Becit kuşu (Bir çeşit küçük kuş)” sözcüklerini buraya bırakalım. [DS: II: 1965: 592-593].

Anadolu ağızlarında karşılaştığımız Beçik (Keçi yavrusu, oğlak… Keçi…  Küçük av köpeği)”, “Beçen (Çocuk)”, “Bicik/bici/biçik (Sığır yavrusu, buzağı)” sözcükleri ve “Beçi beçi (Keçileri ve köpekleri çağırma ünlemi)”, “Bici bici (Buzağı, sığır çağırmakta kullanılan ünlem)”, [DS: II: 1965: 598; DS: XII: Ek I: 4458] uç arketipinden olup küçük, çocuk vb. sözcüklerle aynı kökten gelmektedir. Uç’un hem konum hem nitelik bildirdiğini tekrar kaydedelim. Örnek verirsek oğlak anlamında kullanılan beçik, onu doğuran keçiye göre bir konumu bildirmekte, ayrıca nitelik olarak onun küçük olduğunu ifade etmektedir. Soğanın cücüğü ile soğan arasındaki konum da böyledir.

Bıldır

El arketipinden. Geçen yıl anlamında kullanılan bıldır, iliştirmek ve ulamak fiili ile aynı kökten b- izafiyetiyle türetilmiştir. b- izafiyeti burada bıldır kelimesini kullanan kişinin tam da içinde bulunduğu yıla göre geçen yılı ifade edecek şekilde bir zaman dilimini bildirmesidir. Bıldır bu nedenle her sene tekrar tekrar kullanılabilecek tutarlı ve bütünlüklü bir yapıya sahiptir. Kanaatimizce bıldır’ın kökü olan b-ıl ile y-ıl arasında ses anlam ilişkisi vardır, ancak yıl genel olarak bıldır gibi belirlenmiş bir zaman dilimini kastetmeden bir terim olarak karşımızda durmaktadır. Yani yıl “geçen yıl”, “2019 yılı”, “bu yıl” şeklinde işaretleyebileceğimiz bir yapıdır. Bugün için metropollerde pek duyulmasa da “bıldır” geleneksel toplumlarda önemlidir, çünkü bıldır, henüz geride bırakılmamış bir yıldır; örneğin tarlayı ekip biçmek için hazırlıklar bıldırdan yapılır, tohumlar saklanır, ayni ekonomi açısından da alacak-verecek ilişkilerinde esas alınır, bir yıl sonra kullanılmak üzere saklanan araç gereçler bıldır üzerinden hafızada işaretlenir vs. [“bıldur (Bir önceki yıl)”, el-Kaşgarî: 2007: 186].

Bıngıldak

En arketipinden. Bıngıldak TDK’da şöyle tanımlanmış: “Kafatasının kemikleşmeden önce kemiklerin birleşme yerlerinde bulunan kıkırdak bölümü” [BTS, “Bıngıldak” maddesi]. Bıngıldak kelimesinin kökü bıngıl olamayacağına göre yumuşak şeyleri anlatan bir “bın” kökü olmalı. Bu kelime nerden gelmektedir? Öncelikle yansıma bir ses olmadığını belirtelim.

Kaşgarlı Mahmud aynı anlama gelen bir başka kelime aktarıyor, “Kafatasının yumuşak kısmı – bıngıldak” karşılığı olarak ümgük. [el-Kaşgarî: 2007: 637]. Ümgük de yansıma bir sözcük gibi durmuyor. Bıngıldak denilen yapıya dokunduğunuzda ses dahi çıkmaz ki yansıma bir kelime olsun.

Derleme Sözlüğü’nde karşılaştığımız “Bındıldamak (Bataklık yerlere basıldığı zaman sıvı iki yana oynamak)” sözcüğü de bu kelimenin yansıma olmadığını, burada esas olanın bir hareket ve hareketin sonucunda suda tezahür eden sonuç olduğunu gösteriyor [DS: II: 1965: 667].

Yansımacı yaklaşımlar için şunu söyleyebiliriz; dildeki her sözcük yansımadır. Sözcükler hakikatte nesnelerin kavranmış bir özünü vermezler bize. Dil şeylerin hakikatine dokunamaz. Ancak dil diye insana özgü bir olgu var ve bununla şeyleri bir şekilde kavradığımız kadarıyla ifade ediyoruz. Sözcükler bu anlamda şeylerin bizdeki yansımasıdır, bizde bıraktığı izlerdir, bizde uyandırdığı duyumun, duygunun seslerle anlamlandırılmasıdır. Ancak bu felsefenin konusudur. Şimdi bu yansıma tartışmalarını bir tarafa bırakıp işimize dönelim.

Bıngıl bıngıl ve türevleri, “Etli, yağlı, şişman, tıkız, dolgun… Azmış, iltihaplanmış, yara… Oynak kadın… Erimiş cisimlerin, sıvının oynamasını, sallanan, titreyen şeyleri, kasların titremesini anlatmak için kullanılır.” anlamlarıyla karşımıza çıkıyor. Lüleburgaz Kırklareli’nde ayrıca “Çok” anlamıyla da kaydedilmiş.  [DS: II: 1965: 667-668]. Bu “Çok” anlamını “bin” sayısına bağlamamız için hiçbir neden yok. Demek ki Lüleburgazlılar, “bıngıl bıngıl”ın diğer ağızlarda karşılaştığımız “tıkız” ve “dolgun” anlamlarına yaslanarak “çok”u da bu ikileme veya türevleriyle ifade etmişler.

Bıngıldak mecazi bir anlam da kazanarak “Sözünde durmayan, oynak insan” anlamında kullanılmış. Ayrıca “Etleri oynayan kadın… Yumuşak, dokununca oynayan çıban v.s… Bataklık” anlamlarına da geliyormuş. [DS: II: 1965: 668]. Bıngıldamak “Zonklamak… Et titremek, oynamak, su sıçratmak, kımıldamak” anlamlarıyla kaydedilmiş. [DS: II: 1965: 668].

Öte yandan, Ermenek köyleri/Konya’da “Suyun sesli kaynamasını” anlatan “böngül böngül” ikilemesini ve “Büngül/Büngül büngül (Suyun topraktan kaynayarak çıkması.)”, “Büngüldek (Kaynak, pınar.)”, “Büngüldemek (Su topraktan kaynamak… Su ateşte kaynamak… Coşmak, yerinde duramamak… Yavrusunu veya eşini arayan manda bağırmak…), “Büngülmek (Su fışkırmak… Gülerken göbek oynamak… Su ateşte kaynamak… Köstebek gibi hayvanlar yeryüzüne toprak çıkarmak… Korkuyla sıçramak…)”, “Büngüldetmek (Karıştırmak)”, “Bünlemek (Çifte atmak)”, “Bünümek (Yerinden oynamak: Toprak bünüdü.)” sözcüklerini ayrı ele almak gerekiyor. Yine “Toprağın içindeki taş temel” anlamıyla “Bünnez” sözcüğü kaydedilmiş, sondaki ek -z olumsuzlama eki olsa gerek, yani sözcük “oynamaz” gibi bir anlama geliyor kanımızca. [DS: II: 1965: 769, 822-824]. 

Bıngıldak yapının dokunulduğunda bıngıl bıngıl tanımlanması ile suyun böngül böngül kaynayarak topraktan çıkması arasında semantik bir ilişki olmalı. Bu çıkan sesten kaynaklanmayacağına göre anlam alanını tespit edebilmek için sese değil de harekete odaklanılmalı. Burada harekete dair nasıl bir algı söz konusu? Sıcak suyun kaynaması, suyun kaynaktan [fokur fokur] çıkması, köstebeğin toprağı yeraltından yerüstüne çıkardığında oluşan tümsek yapı ipucu vermektedir.

“Pınar (Mıŋār)” [el-Kaşgarî: 2007: 344] ilk elden kaynayarak toprağın altından çıkan suyu anlatır bize. Pınarı çeşmeyle birlikte düşünmeyin, çeşmenin tarihi pek eskiye gitmez. Toprağın kazıldığında suyun ilk çıktığı anı düşünün: Fokur fokur çıkan, akabinde fışkıran bir su. Suyun kaynaması şart değil. Şimdi elimizde yerden fokur fokur çıkan, kabarcıklar oluşturan bir su var. Kaynamak, oynamak, hatta toplanarak bir hareketi gerçekleştirmek kavramlarının tüm bu kelimelere nasıl yüklendiğini anlayabiliyoruz.

Kesme-Eğridir/Isparta’da kaydedilmiş olan “Bünnez” sözcüğüne tekrar dönelim. Bünnez’in sonundaki z’nin olumsuzlama eki olduğunu, dolayısıyla “bün” kökünün “oynar/oynak” anlamına geldiğini söylemiştik. Dolayısıyla bünnez “Toprağın içindeki temel taş” anlamını “oynamaz” kavramı ile kazanıyor. [DS: II: 1965: 824; ayrıca bkz.: “minnez (Temel)”, DS: IX: 1977: 3202]. Böylece “bın/bün” ve diğer varyantlarının pınar’ın kaynayarak fokur fokur ederek yeryüzüne çıkmasından aldığını anlıyoruz.

O halde arkaik “Pınar (Mıŋar)” sözcüğünden türeyen bir “bın/mıŋ” gövdesi ve türevleri var. Hareketin bir biçimi olarak oynamak ve yumuşaklık kavramları etrafında düşünmeli bu gövdeden türeyen sözcükleri. Konunun pekişmesi açısından Kaşgarlı Mahmud’da karşılaştığımız kıymetli bir kelimeyi daha zikretmekte fayda var: “Mıngūy” Kaşgarlı Mahmud, bu kelimeyi “Kâğıt yapıştırmakta kullanılan bir tür hamur. İyi yapışması için su konup kaynatılarak iyice koyulaştırılır.” şeklinde tanımlıyor. [el-Kaşgarî: 2007: 344].

Mengil, Derleme Sözlüğü’nde “Kulağın küpe takılan yumuşak yeri… İnek gerdanı… Koyun, keçi vb. hayvanların boğazlarının altından ampul gibi sarkan bezler.” anlamıyla kaydedilmiş [DS: IX: 1977: 3163; ayrıca bkz.: “mingil (Kulakmemesi)”, DS: IX: 1977: 3200]. Ayrıca “Kulağın küpe takılan yumuşak yeri” anlamında “Menik” ve “Menkiş” sözcüklerine ve “Killi toprak” anlamında “Menlez/Meŋgez” sözcüklerine rastlıyoruz. [DS: IX: 1977: 3164-3165].

Her ne kadar meŋi (beyin)” sözcüğü “meŋ (beŋ)” zamiriyle ilişkilendirilebilir gibi duruyorsa da kanaatimizce beynin yumuşak dokuya sahip olması nedeniyle bıngıldak, bın/mın gövdesi ve türevleriyle aynı köke bağlanmalıdır. Bu sözcükler aynı zamanda ilik anlamında da kullanıldığına göre, organın işlevi nedeniyle değil de dokusuna atıfla isimlendirme yoluna gidilmiş olmalıdır.

Çağdaş diyalektlerde de yaşayan méyi (beyin)” ve Oğuz lehçesindeki en iyeliği almış şekliyle “beyin” sözcüğü de aynı köke bağlanabilir. Uygur döneminde ñ (ny) sesine ilişkin bir n/y ayrımından bahsedilebilir. Nişanyan, Eski Türkçe méyi veya méŋi “beyin, ilik” sözcüğü ile eş kökenlidir. Eski Türkçe sözcük Eski Türkçe yazılı örneği bulunmayan *méñi biçiminden evrilmiştir.” derken, bu soruna işaret eder. [Bkz.: Nişanyan “Beyin” maddesi; “mėŋ (beyin)”, çağdaş diyalektlerdeki varyantlar için ayrıca bkz.: Gülensoy: 2007: 136; ayrıca bkz.: Argunşah & Güner: 2015: 576; Uygurca n ve y lehçeleri için bkz.: Gabaın: 1988: 2-4].  

Alâettin *Acıpayam – Denizli’de kaydedilen “miyangeç (Kılavuz, önderlik eden)” ve Alaçeşme *Akseki- Antalya’da kaydedilen “miyar (Akarsu, kaynak)” [DS: IX: 1977: 3205] sözcükleri y’li varyantlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Miyangeç sözcüğünü méyi (beyin)” köküne, miyar’ı ise “Mıŋar (pınar)” sözcüğünün y’li varyantı olarak değerlendirebiliriz. [Ayrıca bkz.: *Bor-Niğde “miñar (Pınar)”, İğdecik ve Sacaklıboz köyleri-Manisa “münük (Boğaz, gırtlak)”, *Ulukışla-Niğde “münük (Salyangoz)”, DS: IX: 1977: 3200, 3229].

Derleme Sözlüğü’nde kayıt altına alınan “minevsiz (Düşüncesiz, düşünmeden söz söyleyen… Beceriksiz… Davranışları uygunsuz (kimse)” sözcüğünü “meŋi (beyin)” sözcüğüyle ilişkilendirebiliriz. Özetle bu söz “beyinsiz” anlamına geliyor.

Kaşgarlı Mahmud’un zikrettiği “bün/mün (Çorba)” sözcüğünü de “mınguy” sözcüğü gibi kelimelere bağlamak mümkündür: “Mahmûd el-Kaşgarî der ki, ben Yagma ülkesinde “çorba getir” yerine mün keldür dediklerini duydum, ancak onlar şehriye getirdiler, çünkü onların lehçesinde bu sözcük şehriyeyi tanımlar.”). [Ayrıca “Münlēdi (çorba içti)”fiili için bkz.: el-Kaşgarî: 2007: 213-347]. Tabii Kaşgarlı Mahmud’un ziyaret ettiği Yagma ülkesinde ne kadar kaldığı sadece şehriye çorbasına (veya lapasına) mı “mün” dedikleri, mesela bulgur çorbasını nasıl isimlendirdiklerini bilmiyoruz. Ancak kelimenin kullanıldığı bağlam konuyu daha da netleştiriyor. Mün isminin kökeninin çorbanın damakta bıraktığı duyumla ilgisi olsa gerektir. Belki ateşte kaynamakla ilişkisi de düşünülebilir. Benzer bir sözcük “minezlik (Bal ve pekmez küpü” sözü. Minez’in bal ve pekmez anlamında kullanıldığını görüyoruz. [DS: IX: 1977: 3200]. Bu da dokunulduğunda algıladığımız duyumla ilgili olsa gerektir. [Ayrıca bkz.: “Büŋ büŋ atmak (Büngül büngül kaynamak)”, TS: I: 1988: 741].

Bıkmak

Ağ arketipinden. Bıkmak fiilinin Kaşgarlı Mahmud’un zikrettiği “Bükütti” fiilinin bir varyantı olduğuna dair yaygın görüşlere katılmaktayız. [Bkz.: Nişanyan, “Bıkmak” maddesi; Gülensoy: 2007: 140]. Kaşgarlı Mahmud “Bükütti” fiilini şu örneklerle açıklar: “yaglıg āş meni bükitti: Aşırı yağlı yemek karnımı ağrıttı, midem dolmasa da bana tokluk hissi verdi ve hazımsızlık yaptı. Birisine gözünü doyuracak kadar çok para vermeyi anlatmak için de bu sözcük kullanılır –ol meni tawārın bükitti: O, beni paraya boğdu. bükütür, bükütmēk.”, el-Kaşgarî: 2007: 212].Ayrıca bkz.: “Bükmek” maddesi.

Bıkın

Ağ arketipinden. Büküm, bükmek vb. sözcüklerle aynı kökten türemektedir. Bıḳın (Kalça)” [el-Kaşgarî: 2007: 186; Gabaın: 1988: 268], “Bıkın (Böğür)” [TS: I: 1988: 537], “Bıkın (Omurga, bel)” [DS: II: 1965: 663] anlamlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Anadolu ağızlarında karşılaştığımız Bıkanak (Ayak, bilek, diz eklemi)”, “Bıkıl (Obur)”, “Bıkıldamak (Gövdeyi geriye bükmek)”, “Bıkmak (Eklem… Bilek… Keçi ve koyunlarda, tırnakların biraz yukarısındaki küçük kemik parçaları… Bıkanak.)”, “Bıkınmak (Zorlayıp birden bire ayağa kalkmak.)”, “Bıkmak (Bükmek)”, “Bıkır (Kayaların zamanla parçalanmasından meydana gelen yar.)”, “Bıkka (Ufak tefek, kısa boylu)” vb. sözcükler aynı kökten türemektedir. [DS: II: 1965: 663-664]. Ayrıca bkz.: “Bükmek” maddesi.